Savan’dan Mars’a İnsanloğlunun Serüveni

Yaklaşık 300 bin yıl önce Afrika savanlarında yaşayan ilk atalarımız 65 bin yıl önce doğuya doğru açıldılar; 60 bin yıl önce Ortadoğu’ya, 50 bin yıl önce Asya’nın doğusuna ve Avustralya kıtasına ulaştılar. Zaman ilerledikçe ufuk genişledi: 16 bin yıl önce Sibirya’dan yola çıkan bazı gruplar, Bering Boğazı’nın buzla kaplı olduğu dönemde Amerika kıtasına geçti. Birkaç binyıl içinde Güney Amerika’nın uçlarına kadar ulaştılar. Ve böylece 15 bin yıl önce artık insanoğlunun ayak basmadığı kıta kalmamıştı.

Onların serüveni yalnızca hayatta kalma mücadelesi değil, aynı zamanda yeryüzünü keşfetme tutkusunun da başlangıcıydı.

Avcı-toplayıcı dönem geride kalmıştı. O dönem insan doğanın parçasıydı; toprağın, hayvanların, bitkilerin döngüsünü bozacak kadar güçlü değildi. Tarımla birlikte insanoğlu artık sadece hayatta kalmak için değil, sahip olmak için de çalışmaya başladı. Kimi düşünürlere göre bu, uygarlığın doğuşuydu. Bana göreyse, kan ve gözyaşının bir daha dinmemek üzere akmaya başladığı tarihtir.

Sanayi devrimiyle birlikte dönüşüm daha da hızlandı. İnsan eliyle üretilen makineler, doğayı ve insan emeğini geri dönüşsüz biçimde değiştirdi. Bu gelişmeler bilim, sanat ve sağlıkta büyük ilerlemeler getirdi; ama aynı zamanda doğadan kopuşu hızlandırdı. Kentlerin kalabalığında insan, kendi yarattığı sistemin esiri oldu. Enerji, maden, kömür, petrol derken dünya üzerinde var olan hemen her kaynak kontrolsüzce tüketilmeye başlandı.

Bugün geldiğimiz noktada Homo sapiens sapiens’in elinde yalnızca mızrak değil, nükleer başlıklar var. Bir tuşla milyonlarca canlıyı yok edebilecek güç. Atalarının doğada avladığı tek bir hayvanın yerini, şimdi kitlesel yok etme potansiyeli aldı. İnsan hâlâ düşünen bir tür mü, yoksa yalnızca daha karmaşık araçlarla içgüdülerini tatmin eden bir hayvan mı? Bu soru hâlâ yanıtsız duruyor.

Ve şimdi, tıpkı savanda ağaç kovuğunda barınak arayan ataları gibi, modern insan Mars’a bakıyor. Kimi için bu yeni bir umut; kimi için dünyanın yıkımından kaçış. Ama şu gerçeği unutmamak gerekiyor: Bizim tek doğal yaşam alanımız Dünya’dır. Mars’ta kurulacak suni yaşam alanları, insanın varlığını ebedi kılmaya yetmeyecektir. Çünkü asıl sorun, yeni bir gezegen bulmak değil; kendi gezegenimizle kurduğumuz ilişkiyi dönüştürmektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir